VEDA:İÇ DÖKÜŞ

 Sabah uyandım. Her insan gibi o sabah planlar kurdum. Geleceğe, bugüne ve yarına dair bir sürü plan... Arkadaşlarım ertesi gün iftara geleceklerdi. Ne büyük hazırlık değil mi? İki hafta öncesinden nasıl hazırlıklar yapsam diye yazdım çizdim. Aksilik bu ya işleri çıktı bir gün ertelemek zorunda kaldılar. Gönlüm hiç rahat değildi. Neyse dedim, olsun gelsinler de bir gün sonra gelmişler ne fark eder. Sonrasında hazırlıklarımı tamamladım. Eğlenceli olacaktı. İnanır mısın içimde bir gram burukluk yoktu. Sadece geceleri üzülürdüm. Son zamanlarda daha da üzülmeye başlamıştım. Hayatım yolunda gidiyordu. Bunun için şükrediyordum ama ister istemez sevdiklerimin kaybını düşünüp tasalanıyordum. Kendi kendime herhalde bu yaşta bunlar düşünülür diye söyler ve mantığa bürürdüm. Evet yatmadan önce yine bunları düşünüp yattım. Cuma günüydü. Sahura yaklaştığımız bir zaman diliminde, anneme bir telefon geldi. Arayan babamdı iş yerinde rahatsızlanmış içim daralıyor beni hastaneye götürün diye aramıştı. Tam 9 yıl önce aynı çağrı kulaklarımda çınladı. Tıpkı babaannem gibi. Aklıma getirmek istemedim, defalarca uğraştım zihnimin çığlıklarını susturmaya ama susmadılar. Sonrasında hastaneye gittik. Gözlerinde masum bir bakış vardı. Çaresiz kaldığı, içinin daraldığı her halinden belliydi. Dünya hayatında ki sancılarıydı bunlar. Gözlerine baktığımda anladım. İnsan anlayınca her şey öyle bir ağırına gidiyor ki. Bakışlarının derininde bir yolculuk başlamıştı. Babam artık yoldaydı. Yavaş adımlarla ilerlediği yepyeni bir yoldaydı. O kadar korktum ki her dakika hastane koridorlarından kaçmaya çalıştım. Hayatımda bu zamana kadar hiç bu kadar ciddi şeyler olmamıştı. Şimdi ise bu hayatın en ciddi meselelerinden birini yaşıyordum. İsyan edemiyordum. İsyan etmek benim fıtratıma aykırıydı. Ama içimde bir umutta vardı. Hayır diyordum, sapasağlam çıkacak buradan iyi olacak diyordum. Çünkü bu yaşına kadar hasta olmamış kendine sağlıklı bakan, bu kadar çok çalışan, dinç bir insana kolay kolay  bir şey olmaz diyordum. Üstelik daha 57 yaşındaydı. Dışarıda görseniz kırk derdiniz. Saçlarında tek tük beyazlar vardı. Telefon çaldı. Dediler ki baban öldü. Baban öldü. Baban öldü. İçimden mümkün değil dedim. Ağlayamadım. Bir sürü aşamadan geçti. Ben bunu selası okunmaya başlayınca anladım. İçimin, zihnimin, kalbimin yarısı gitti o anda. Canlı canlı kollarımı kesmişler gibi hissettim. Babamın ölmesini anlayamadım. Tabutta gördüm anlayamadım. Mezarlıkta gördüm anlayamadım. Toprağı üstüne attılar anlayamadım. Mezarının başında bekledim, mezarına güller ektim anlayamadım. İftara gelecek arkadaşlarım o gün babamın cenazesine geldi inanamadım. Bir hafta sonra mezarına güller çiçekler aldım anlayamadım. Sabahları sesini hayal ederek uyandım anlayamadım. Kıyafetlerinden kokusu gitti anlayamadım. Yüzünü, gülüşünü özledim anlayamadım. Dualar ettim ,Allaha yalvardım anlayamadım. Düşündüm hayal ettim hala da ediyorum ama anlayamıyorum. Babam bu dünyada ki yolculuğunu bitirince, ölümden korkmamaya başladım. Hayatta korktuğum şeylerden korkmamaya başladım. Baba bir dağdır derler. İnsanın içi yıkılıyor babası gidince. Bu yaşa kadar sadece belli dersleri çıkarma potansiyeline sahiptim. Ama bu gidişin ardından hayatın anlamını kavrayışım kademe kademe gerçekleşmeye başladı. Ölüm yakınımıza gelene kadar bizler onun gerçekliği hakkında hissiyat anlamında tamamlanmış sayılmıyoruz. Ne zaman ki en yakınımızı kaybedince pat diye bu gerçekliğin özünü kavrıyoruz. Ve ne zaman nerede ne koşulda geleceğini de bilmiyoruz. O sabah babam son gününe uyandığını son cuma namazını kıldığını, son orucunu tuttuğunu, eşini ve evlatlarını son kez o gün göreceğini bilemezdi. Ama o günmüş dünya hayatının son dönemleri. Sadece o günmüş…

Yorumlar

Popüler Yayınlar